1297 Numaralı Kil Tablet
8 mins read

1297 Numaralı Kil Tablet

Londra’daki British Museum’da sergilenen 1297 numaralı kil tablet, M.Ö. 3.000’li yıllara tarihlenen en eski kil tabletlerden biridir. Maalesef telif hakları nedeniyle tabletin fotoğrafını kullanamıyorum. Dilerseniz tablet üzerindeki metni, İngilizce olarak internet üzerinden kısa bir araştırma ile siz de bulabilirsiniz. Bu İngilizce metni, yapay zeka programları yardımıyla Türkçeye çevirdim. Uygun bir epigraf eklemek dışında, zorunlu redaksiyon ve tashihler hariç metne müdahalede bulunmadım. Aşağıda, bu yazıyı okuyabilirsiniz. Eğer herhangi bir ek düzeltme veya değişiklik yapmamı isterseniz, lütfen belirtmekten çekinmeyin. Keyifli okumalar dilerim…

“Başınızda bir kral ya da bey olabilir,
fakat korkmanız gereken kişi vergi tahsildarıdır.”
Sümer atasözü

Ben, Lalibela oğlu Bagan, Bagan oğlu Luksor, Luksor oğlu Rabat, Rabat oğlu Uruklu Timbuktu.
Babam, dedem, babamın dedesi, dedemin dedesi diye ateşi bulan atama kadar sayacağım tüm ceddim vergiciydi. Ben onlardan el aldım ve oğluma el verdim.
Yazıyı ilk kullanan da sonradan devleti yaratan da vergici olan atalarımdı. Mezopotamya’da yazının, onunla ilişkilendirilen görkemli uygarlık icraatlarına yani mesellere, methiyelere, kralların soy ve şecerelerine, tarih kayıtlarına ve dini metinlere aracılık etmeden önce, beş yüz yılı aşkın bir süre boyunca sadece vergi işleri için atalarım tarafından kullanıldığını bilin.
Vergiciler sayesinde ilk devletler kuruldu. Devletin sınırı vergilendirebildiği yere kadardı. Bana inanmıyorsanız eski kralların heykellerine, rölyeflerine bir bakın hepsi boşuna ellerinde ip bağlanmış asa ile resmedilmemişlerdir. Çünkü ip bağlanmış asa, ölçüp biçme işlerini yapan vergicilerin nişanesidir. Bu eserleri Mezopotamya’dan Çin’e, Anadolu’dan Mısır’a kadar tüm devletlerde görmeniz mümkündür.


(Fotoğraf: Dr. Altar Kaplan)

(Okunamayan üç dize)
Atalarımın sayamayacağım denli çok başarıları olsa da sur inşa etmek babama nasip oldu.
Şimdi ben size insanlığın ilk şehri Uruk’da postuma oturmuş kayıkçıyı beklerken, ateşi kontrol etmeyi başaran atam gibi zamanla adı unutulmasın diye babamın hikâyesini bu kil tablete işliyorum. Bunu nasıl başardığını size elimdeki kamış ve önümdeki kil tablet izin verdiği ölçüde anlatacağım. Umarım onun hikâyesi de krallarınki gibi nesilden nesile, kulaktan kulağa aktarılır.
Öncelikle neden vergi toplanması gerekiyordu. Her ne kadar barbarlar, Adem ve Havva’nın cennetten kovulma yani işle dolu zahmetli bir dünyaya atılma öyküsünü günlerin angaryayla geçtiği yerleşik yaşantıya geçişin metaforu olarak okusalar da inekleri avlamak, onların etinden sütünden faydalanmak geyiklere nazaran her zaman daha kolaydı. Dolayısıyla elde ettikleri bu rahatlığın illaki bir bedeli olmalıydı. O bedel işte vergiydi.
Babamın hikâyesine geçmeden önce birkaç nesil geriye gitmeliyim. Atalarım ilkin besin değeri yüksek, daha az emekle üretilebilen, birbirleriyle karıştırılarak daha değişik ve lezzetli yemekler yapılabilen mercimek, nohut ve bezelye gibi baklagilleri verginin konusu olarak almışlardı. Fakat zamanla bunun verimli bir yöntem olmadığını gördüler. Çünkü ne zaman hasadı kontrol etmek için tarlaya gitseler tabiri caizse elleri boş dönüyorlardı.
Tarlaya erken giderlerse daha mahsul olgunlaşmamış, geç giderlerse çiftçi ürünü yemiş, saklamış ya da satmış olduğunu görüyorlardı. Üstelik bu bitkilerin ürün verişleri uzun bir zaman aralığına yayıldığı için en kolayından toprağın altında uzun bir süre saklanarak atalarımdan hasat gizlenebiliyordu.
Babam tüm bunları görerek ve bu tartışmaları dinleyerek büyüdüğü için tahılların toprağın üzerinde yetişmesi, üretici tarafından gizlenememesi; hasat zamanının belli olmasının vergilendirilmelerini kolaylaştıran bir husus olacağını zamanla anladı. Tahıllar gözle görülebilir, üretim hacmi hesaplanabilir, gerektiğinde bölünebilir, ihtiyaç halinde depolanıp taşınabilirlerdi. Tahıllar kesin bir zaman aralığında büyüyorlardı ve tüm hasadı hesaplayabilmek mümkündü. Kurutulabilmeleri ve hasadın küçük parçalara ayrılabilmesi, ağırlığının ve hacminin kesin rakamlarla ölçülebilmesi de işin cabasıydı.
……. (Okunamayan bir dize)
Böylece tarlaları toprağın verimine göre sınıflandırıp her tarlanın hangi tahıldan ne kadar ürün verdiğini tespit ettikten sonra vergiyi kolaylıkla hesaplayabiliyor ve böylece devamlı toprağı kontrol etmesi gerekmiyordu.
Babamın çabalarıyla buğday ve arpa bu niteliklerinden dolayı başat ekinlere dönüştü. Ne var ki babamın çiftçilerin nefretini kazanması uzun sürmedi.
Çiftçiler kapılarını biri çaldığında bunun babam olduğunu bilirlerdi. Sayıp tartmak, kayda geçirmek için geldiğini anlarlardı. Elindeki ölçüm aletleriyle başka bir dünyadan gördükleri babam onlar için esrarengiz ve anlaşılmaz biriydi. Mahsulü üretmek için çektikleri eziyetler ile babamın talepleri arasında bağ kurmaları zordu. Bu nedenle de eğer babamın yanında askerler olmasa ilk fırsatını bulduklarında babamın evraklarını yok ederek onun gözünü kör etmeye çalışırlardı.
Yine de babam muhtemelen teknik nedenlerden dolayı çiftçiyi severken tüccarlardan nefret ederdi. Ona göre onları vergilemek kabustan farksızdı. Çünkü tüccarların çiftçilerin aksine vergilenecek gelirlerini tespit etmek zordu. Kazançlarını saklayabilir, yalan bilgi verebilirlerdi. Pazarlara ve yollara, köprülere geçiş ücreti koymak da bu mecburiyetten kaynaklanmaktaydı.
(Okunamayan birkaç dize)
Babama göre vergilendirilmeyen her insan barbardı. Toprağın kustuğu insanlardı onlar. Bizim aksimize, yağma onların tarımıydı.
Ekili arazilerde ayrık otları ekinler için nasıl bir tehlikeyse babam için de barbarlar aynı şeydi. Fiziki hareketlilik ve dağınıklık onun için felaket demekti. Babam Rabat’a göre ayrık otları, küçük yırtıcılar, haşereler ve barbarlar aynı kefedeydi. Evcilleştirilmeleri eğer bu da yapılamıyorsa dışarıda tutulmaları hiç olmuyorsa imha edilmeleri gerekirdi. İşin kötüsü yerleşik hayata geçen biri onlara özenip istediği anda vergilemeden kurtulmak için tekrar avcı-toplayıcı hayata yani barbarlığa dönebilirdi. Bunun emareleri de giderek daha sık görülmeye başlamıştı.
Bu gelişmeyi zamanında fark eden babam kralı ikna ederek Uruk’un etrafına sur inşa edilmesini sağladı. Bu sur, barbarları dışarıda tutmaktan daha ziyade vergi yükümlülerinin kaçmasını engellemeyi amaçlıyordu. Bu sayede tam takır kuru bakır haline gelen devlet hazinesinin tekrar dolmasını sağlayarak kralın teveccühüne mazhar oldu.
Kurduğu surda henüz gedikler açılmadan yıllar önce, şükür barbarları içimizde görmeden yaşam doygunluğuyla ölen babam Rabat, işte bu surların en görkemli burcunun, kuzeybatı burcunun altına gömüldü.
Ruhu şad olsun…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir