Dron iktidarı sona eriyor: Modern savaş doktrinleri çöp oldu

ABD’nin Indiana eyaletindeki Camp Atterbury’de gerçekleştirilen test, askeri stratejistlerin ve teknoloji uzmanlarının dikkatini fazlasıyla çekti. Bilim kurgu film sahnesini andıran test sürecinde, yüksek teknolojiye sahip 49 adet quadrocopter türü drondan oluşan sürü, gökyüzüne yükseldi; saniyeler içinde ise hepsi birden ölü kuşlar misali yere çakıldı. Dronların birden yere düşmesinin ardında, savunma teknolojileri konusunda ABD ordusunun iş birliği yaptığı Epirus firması tarafından geliştirilen Yüksek Güçlü Mikrodalga (YGM) silahı bulunuyor. Bu silaha, Termopylae Muharebesi’nde gösterdiği yararlılıkla meşhur, efsanevi Sparta kralı, Leonidas’ın ismi verildi.

Epirus CEO’su Andy Lowery başarıyla gerçekleştirilen testten sonrasında yaptığı açıklamada, elde edilen başarıyı “tekillik olayı” (singularity event) şeklinde tanımladı. Söz konusu tanımlama, pazarlama dilinin çok ötesinde bir anlama sahip. Zira başarı ile sonuçlanan test, son yıllardır askeri ve sivil güvenlik açısından önemli bir endişe kaynağı olarak görülen dronların tek bir anda etkisiz hâle getirilebileceğini göstermiş oldu; dahası, bu gelişmeyle birlikte düşük maliyetli, yaygın ve yıkıcı etkiye sahip dronların modern savaşın dinamiklerini kökten değiştiren “eşitleyici” etkisinin sona ermek üzere olduğuna dair somut bir kanıt sundu.

Rusya-Ukrayna Savaşı’nda tarafların yüzlerce dron kullanarak saha üstünlüğü sağlamaya çalıştığı göz önünde tutulduğu vakit, ortaya çıkan yeni durumun küresel askeri dengeler için ne kadar kritik olduğu daha netlik kazanıyor.

Ukrayna’da 500’den fazla dron ile gerçekleştirilen saldırılar hatta dronların esir yakalama operasyonlarında etkin olarak kullanılması, Yüksek Güçlü Mikrodalga teknolojisinin savaşların gidişatını nasıl değiştirebileceği hakkında ciddi ipuçları veriyor.

Leonidas adlı dron savarlar, “dron devriminin” teknolojik ilerlemenin doğası gereği her zaman bir zayıf noktayı barındırdığı gerçeğini de kanıtlayan bir “karşı devrim” başlatarak, gelecekteki savaşlarda teknolojik üstünlüğün yeniden belirleyici olacağı bir döneme evrildiğine de işaret ediyor.

MİKRODALGA TEKNOLOJİSİ: KİNETİK OLMAYAN HARP SANATI

Geleneksel hava savunma sistemleri, füzeler veya mermiler gibi kinetik mühimmat kullanarak hedefleri fiziksel olarak yok etmeye odaklanırken Leonidas eski paradigmaya meydan okuyan, statik bir savaş sistemi olarak öne çıkıyor.

Cihaz, mutfaklarımızdaki mikrodalga fırınların çok daha güçlü ve yönlendirilebilir bir versiyonu olarak da düşünülebilir. Leonidas diğer pek çok “savar” cinsinin aksine füzeler fırlatmıyor: dronların elektronik devrelerini “felç ederek” onları devre dışı bırakmak suretiyle çalışıyor. Askeri terminolojide “yumuşak öldürme” (soft kill) diye geçen bu yöntem, hedefin fiziksel olarak imha edilmesini gerektirmediği için ikincil hasar riskini ve yüksek maliyetleri de ortadan kaldırıyor.

Leonidas’ı rakiplerinden ayıran diğer bir özellik ise “yazılım tanımlı” bir sistem olması. Galyum nitrit bazlı yarı iletkenler kullanan sistemde donanım sabit kalırken, yeni tehditlere karşı yazılım güncellemeleriyle adapte olabilme yeteneğini bünyesinde barındırıyor. Indiana’daki testlerde muvaffakiye gösteren Leonidas, gelişmiş sensör ve yazılımı sayesinde dost ve düşman dronları bugüne değin kaydedilen en hızlı zaman aralığında ayırt edebilme yeteneği sunuyor.

Leonidas’ın sahip olduğu özellikler, onu “geleneksel dron” sistemlerinden önemli ölçüde ayırır. Lazer sistemleri genellikle tek seferde sadece bir hedefi etkisiz hâle getirebilirken, Leonidas gibi YGM sistemleri aynı anda birden fazla hedefi veya bir sürüyü etkisizleştirebilir. Ayrıca, “geleneksel karıştırıcılar” (jammer) dron ile operatör arasındaki iletişim frekanslarını bloke etse de, önceden programlanmış veya fiber optik bağlantılarla çalışan otonom dronlara karşı etkisiz kalır. Leonidas, doğrudan dronun iç elektroniklerini hedef aldığı için bu tür kısıtlamalara takılmaz. Bu teknolojik ilerleme, askeri lojistik ve maliyet-etkinlik paradigmalarında radikal bir dönüşüm başlatıyor. Örneğin, milyonlarca dolar değerindeki bir hava savunma füzesiyle bin dolarlık bir dronu düşürmenin ekonomik dengesizliği, savaş ekonomisi için sürdürülemez bir durumdu.

Leonidas, kinetik mühimmat yerine elektrik enerjisi kullanarak, atış başına maliyeti neredeyse sıfıra indiriyor. Bu durum, sadece teknik bir gelişme olmasının yanında kitlesel dron saldırılarına karşı da stratejik bir iktisat hamlesi olarak kabul ediliyor.

Leonidas’ın yazılım tabanlı yapısı ve yapay zeka entegrasyonu, geleceğin silahlarının sadece donanımla değil, yazılımla tanımlanacağı bir dönemi işaret ediyor. Sistem, Anduril’in yapay zeka ve makine öğrenimi teknolojileriyle entegre olabilme yeteneğine sahip. Bu, silahın yeni tehditlere karşı donanım değişimi olmadan güncellenebileceği ve zamanla daha akıllı hâle gelebileceği anlamına geliyor. Bu durum, donanım merkezli yaklaşımdan, daha çevik ve sürekli evrimleşen bir yazılım tabanlı savunma modeline geçişin sinyalini veriyor. Bu, özellikle askeri teknolojide inovasyon döngüsünü hızlandıracak bir trendin göstergesi olarak yorumlanıyor.

Aşağıdaki tablo, farklı karşı-dron sistemlerinin temel özelliklerini karşılaştırarak Leonidas’ın konumunu daha net ortaya koymaktadır.

DRONLAR TÜKETİM MALZEMESİ Mİ OLUYOR?

Camp Atterbury’deki Leonidas testi, ABD’nin daha geniş kapsamlı bir stratejik dönüşümünün sadece bir parçasıdır. Bu dönüşümün en dikkat çekici adımı, ABD Savunma Bakanlığı’nın küçük dronları artık “dayanıklı mal varlığı” yerine “tüketim malzemesi” olarak yeniden sınıflandırmasıdır. Bu bürokratik hamle, dronların tıpkı mühimmat, el bombası veya roket gibi stoklanıp kullanılabileceği anlamına geliyor.

Politika değişikliğiyle birlikte, orta rütbeli subaylara dron tedarikini ve operasyonunu hızlandırma yetkisi verildi. Uzmanlar bu yetkilendirmeyi askeri tedarik zincirini basitleştirerek yerelleştirek, hızlıca değişen tehdit ortamına daha çevik bir şekilde adapte olmayı amaçlayan bir idari – lojistik devrim olma potansiyeline dikkat çekiyor.

Sözü edilen strateji, ABD’nin bir yandan kendi dron yeteneklerini orduda yaygınlaştırırken, diğer yandan potansiyel tehditlere karşı savunma kalkanı inşa ettiği bir “iki yönlü strateji” olarak da görülebilir. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, 2026 yılına kadar her birliğin kendi “düşük maliyetli, tek kullanımlık dronlarına” sahip olmasını hedefledikleri hakkında yaptığı açıklama da “iki yönlü strateji” yapılanmasının bir devlet politikası haline getirildiğini göstermekte. Bu yaklaşımın temel amacı olarak, özellikle Hint-Pasifik bölgesindeki potansiyel çatışmalarda “dron egemenliğinin” kurulması öne çıkıyor.

ABD’deki stratejik dönüşümün temelinde, Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki dron kullanımı deneyimlerinden öğrenilen dersler yatıyor. Sürmekte olan savaş, küçük ve ucuz dronların sahada ne kadar etkili ve tüketilebilir olduğunu kanıtlamış durumda. Pentagon’un bu politikası, geleneksel, yavaş ve merkeziyetçi tedarik süreçlerini yıkarak, Ukrayna’da yaşanan yerel ve hızlı tedarik modelini küresel ölçekte ve stratejik hedefler doğrultusunda uygulamaya koyduğunu da gösteriyor. Dahası bu yaklaşım, sadece bir ekipman değişikliğine değil, askeri bürokrasideki bir kültür ve süreç değişikliğine de işaret ediyor.

AVRUPA’NIN UYKUSU: SAVUNMA POLİTİKALARINDA BOŞLUK

ABD’nin son yıllarda açıkça dillendirmeye başladığı strateji değişikliği hamleleri, özellikle Avrupa’nın savunma politikalarında belirgin bir boşluğun olduğu yönündeki tartışmaları alevlendiriyor. Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın, yeni nesil savunma teknolojilerine yatırım yapmakta kalmış olduğu gerçeği de bu alevi körükleyen unsurlardan.

Kıta Avrupası’ndaki tartışmalara bakıldığında ortaya çıkan yeni durumun “acil askeri modernizasyon ihtiyacı” yerine “ideolojik prestij projelerine” harcanan fonlara gösterilen tepkiler dikkat çekiyor. ABD’nin Hint-Pasifik’teki stratejik çıkarlarına odaklanarak inovasyonda vites arttırması, küresel güvenlik tehditlerine yönelik proaktif bir yaklaşım sergilediği endişeleri de beraberinde getiriyor. Uzmanların nazarında ise Avrupa’nın bu tehdit algısına karşı çoğunlukla “iç meselelere ve ‘ılımlı politikalara’ odaklandığı” yönünde bir fikir birliği oluşmuş durumda.

Leonidas gibi sistemlerin ortaya çıkması, ABD ile Avrupalı müttefikleri arasındaki teknolojik uçurumun giderek açıldığına işaret ediyor. Bu durum, NATO içinde operasyonel birlikte çalışabilirlik sorunlarına yol açabileceği gibi, Avrupa’nın kendi savunma kapasitesini bağımsız olarak koruma yeteneğini de zayıflatabilir. ABD’nin dron geliştirme ve karşı-dron savunma sistemlerini eş zamanlı olarak geliştirmesi, aktif ve öncü bir askeri stratejiyi yansıtırken, Avrupa’nın mevcut tehditlere reaktif veya pasif kalması, büyük bir stratejik boşluğun oluştuğu sonucunu ortaya koymaktadır. Bu durum, jeopolitik risklerin arttığı bir dönemde Avrupa’nın savunma zafiyetini daha da belirgin hâle getirmektedir. Bu stratejik boşluk, sadece potansiyel çatışmalarda Avrupa’yı savunmasız bırakmakla kalmayacak, aynı zamanda gelecekteki güvenlik politikaları ve teknoloji standartlarının belirlenmesinde ABD’nin liderliğini pekiştirecektir.

SAVAŞ TEKNOLOJİSİNDE KÖKLÜ DEĞİŞİM E SİVİL UYGULAMALAR

Leonidas’ın başarısı, savaşın geleceğinin sadece daha büyük ve güçlü silahlarda değil, teknolojik üstünlükte, yazılım kabiliyetinde ve maliyet-etkin çözümlerde yattığını gösteriyor. Modern savaşın doğası, geleneksel kinetik çatışmadan elektronik ve siber savaşa doğru kayıyor. Bu süreçte Leonidas gibi sistemler, geleceğin savunma mimarisi için kritik bir yere sahip.

Söz konusu teknolojinin önemi, sadece askeri alandaki potansiyeliyle sınırlı değildir. Epirus CEO’su Andy Lowery, Leonidas’ın sivil alanda da kullanılabileceğini belirterek stadyum, liman, havaalanı ve kritik altyapı tesislerinin korunması gibi alanlardan YGM sistemleri potansiyel terör saldırılarını veya dron kaynaklı tehditleri önlemek için bir güvenlik kalkanı olarak da kullanılabileceğine vurgu yapıyor.

Dünyanın bölgelerinde yaşanan dron saldırıları, bu tür sistemlere olan ihtiyacın arttığını çoktandır gündeme getirmekte. Leonidas, bu tür tehditlere karşı caydırıcı ve etkili bir çözüm sunarak, sivil güvenliği de yeni bir boyuta taşıyor. Mevzubahis durum, çift kullanımlı (dual-use) teknolojilerin gelecekteki önemini vurguluyor. Aynı teknoloji savaş alalarında düşman dronlarını düşürürken diğer taraftan da havalimanını koruyabilme gibi sivil savunmada da iddialı gözüküyor. Beri yandan çift kullanımlı teknolojinin doğası, sivil alanda askeri teknolojilerin yaygınlaşmasıyla ilgili gizlilik, gözetim ve etik sorunları da beraberinde getiriyor. Gelecekte benzer teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte hava güvenliği gibi konularda yeni düzenlemeler ve yasal çerçeveler gerektireceğini öngörmek de çok zor değil.

GERÇEKLER VE GELECEK

Indiana’daki test, modern savaş tarihinde bir dönüm noktasıdır. Elektromanyetik silah Leonidas, ucuz ve kitlesel dron sürüsü tehdidine karşı teknolojik bir üstünlük kurarak, bu “eşitleyici” dönemin sonunun yaklaştığını göstermektedir. Bu, sadece bir teknolojik yenilik değil, aynı zamanda savaş doktrinlerinde, askeri tedarik zincirinde ve stratejik yaklaşımlarda köklü bir değişimin habercisidir.

Bu olay, özellikle Avrupa ve müttefikler için bir uyanış çağrısı niteliğindedir. Teknolojik üstünlüğün, küresel güvenlik dengesinde ne kadar hayati bir rol oynadığı bir kez daha kanıtlanmıştır. Geleceğin savaşında zaferin, en büyük orduya veya en çok füzeye sahip olmaktan ziyade, en hızlı adapte olan, en akıllı teknolojileri geliştiren ve bu teknolojilere karşı en etkili savunmayı kurabilen taraflara ait olacağı açıktır. Naif barış politikaları çağının sona erdiği ve teknolojik gerçekliğin bizi çoktan yakaladığı bir döneme girilmiştir.

Author: can tok